Yaşam

Ali Volkan Erdemir: Türkiye’de giderek zenginleşen bir Japon edebiyatı dünyası kuruluyor

Türkiye’de son yıllarda Japon edebiyatına ilgide bir artış var. Bunu yayıncıların yayınladığı kitaplardan anlayabiliriz.

Çevirmen Ali Volkan Erdemir ile yükselen Japon edebiyatını, bu dilde yazımın inceliklerini ve yazımın özgünlüğünü konuştuk.

Japon edebiyatının tarihi 8. yüzyıla kadar dayanmaktadır. Japon edebiyatını diğer dillerin edebi türleri açısından daha şiddetli bir dil olarak görüyor musunuz?

Şimdiye kadar çevirdiğim romanlar ve öyküler adına konuşursak, Kenzaburo Oe’nin bir romanı dışında bu dili zor bir dil olarak görmüyorum. Bunun arkasında 1995’ten beri Japonca öğrenmemin etkisi olsa gerek. Ancak haiku söz konusu olduğunda kesinlikle zorlaşıyor; 5/7/5 hece ölçüsünde okunan bu en kısa şiir türü, sadeliği içinde büyük bir evren taşır ve Japon kültürünü iyi bilmeden bu şiiri anlamak, çevirmek ve okumak zordur.

‘KLASİK BİR YÖNTEM KULLANIYORUM’

Çevirmen Hüseyin Can Erkin’in 2-3 gün kapalı kaldığını ve önce metinlerin sesli notlarını aldığını sonra tam metin olunca yazarken disk çizdiğini okudum. Çeviri yaparken özel bir yöntem izliyor musunuz?

Hayır, klasik bir sistem kullanıyorum. Önce kitaptaki metni okurum ve gerekli yerlerde notlar alırım. Covid-19 salgını sürecinde PDF’nin yerini kitap almış, ben de çıktısını alıp okumuştum. Daha sonra kitap veya kağıt üzerindeki metne bakarken cümle cümle çevirip bilgisayarda Word’de yazıyorum. Çeviri bittikten sonra mutlaka kağıt çıktısını alıp en az iki kez üzerinden geçtikten sonra yayınevine teslim ederim. Ancak neredeyse bir yöntem gibi uyguladığım kişisel bir ritüelim var: Çevirileri sert kahve içerek ve CD’den Metallica, Anthrax, Dream Theatre gibi setleri dinleyerek yapıyorum.

Türkiye’de Japonca’dan yapılan çevirilerin genellikle akran yazarlar tarafından yapıldığı izlenimi var. Murakami Haruki, Oe Kenzaburo gibi… Tanınmış yazarların Japonca çevirileri daha fazla okunuyor mu? Yoksa edebiyatla biraz ilgilenenlerin niyeti bu mu?

Aslında Kenzaburo Oe, 53 yıl önce bir tiyatro oyunu oynuyormuşçasına intihar eden Mishima gibi kült bir yazardır. Murakami’yi tüm dünyada çokça okunan nitelikli bir yazar olarak tanıyoruz. Öte yandan ülkemizdeki yayınevlerinin Japon eserlerini tercih etmelerinde iki nokta dikkat çekiyor. Birincisi, telif hakkı geçmiş çağdaş yazarların eserlerini yayınlamaktır. İkincisi, Batı’da kesin bir okuyucu kitlesine ulaşmış yazarlara öncelik vermek. Bu çeşitlilik ülkemizde giderek zenginleşen bir Japon edebiyatı dünyasının kurulmasını sağlıyor ve büyük ilgi gördüğünü anlıyorum.

‘ÖZGÜN METİNLERİN SADELİĞİNE DİKKAT EDİYORUM’

Yayıncılar yeni Japon yazarlardan mı çekiniyor yoksa kağıt maliyeti yüzünden mi basmıyorlar? Bire bir kitap bazen farklı yayınevlerinden ve farklı çevirmenlerden yapılan çevirilerle yayınlanabilir. Bu sana oldu mu? Geldiğinde çevirmenin çevrilmiş halini karşınızda okur musunuz, yoksa etkilenmemek için okumaz mısınız?

Bunu bir kez yaşadım. Can Yayınları tarafından yayınlanan ilk Kenzaburo Oe benim çevirimdeydi. Fransızca çevirisini hayranlıkla okudum. Çok fazla terim kullanımı da dikkatimi çekti. Ancak bunlar Japonca olmadığı için orijinalin sadeliğini takip ettim.

Çevirilerinizin başarısı görünmez çevirmen olmaktan mı geçiyor? Veya şunu sorayım: Çevirmen görünürlüğü nedir?

Çevirmenin görünürlüğünden kastedilen çevirilerde kullandığı üslup ve kullandığı kelimeler ise, okuyucuların çevirmen tercihini bu noktada anlıyorum. Ancak görünürlük, tercümana ne kadar önem verildiği meselesi olduğunda, çalıştığım yayıncıların yaklaşımından memnunum. Aksine kitabın kapağında yazarın ve çevirmenin adının ortada olması bana hep tuhaf gelmiştir, bu görünürlüğü kabul edemezdim.

Verdiğiniz bir çeviriyi bir yayınevi sansürleyerek ya da görece değiştirerek yayınlayınca ne hissediyorsunuz?

Çalıştığım yayınevleri bilinçli tercihimdir, böyle bir şeyle karşılaşmadım.

‘MURAKAMI İLE GÖRÜŞTÜM, TİŞÖRTÜ GELDİ’

Kitabını çevirdiğiniz yazarla hiç tanışma fırsatınız oldu mu? Bir hafızan var mı?

Bunların başında elbette Haruki Murakami’den bahsetmek istiyorum. Geçen sonbaharda Kyoto Üniversitesi’nde 6 ay misafir öğretim üyesi olarak araştırma yaptım ve Murakami ve çalışmaları üzerine bir seminer verdim. Bu arada 12 Ocak’ta 74. doğum gününde Murakami ile yaklaşık bir saat görüşme fırsatım oldu. Bildiğiniz gibi dünyada Murakami ile tanışan çok az insan var.

Murakami ile önce yazarlık, sonra çevirmenlik ve üniversitede öğretmenlik üzerine konuştuk. İki kez yaptığı Türkiye gezilerinden de bahsettik. Bu gezilere çıkmadan önce Türkçe dersleri aldığını ancak aradan geçen 30 yılda tamamen unuttuğunu söyledi. Hatırlarsanız Murakami’nin ‘Komutanı Öldürmek’ romanındaki Menshiki karakteri de Türkçe öğreniyor. Yine ‘Garip Kitaplık’, Osmanlı vergi tahsildarının defterlerinden bahsedildiği bölümle başlıyor. Murakami’nin ülkemize olan yakınlığını biliyordum, bu kez yüz yüze konuşurken daha iyi anladım.

Ortada Murakami’ye biri doğum günü için, diğeri Türkiye’den geldiği için olmak üzere iki ikramda bulundum. En sevdiğim iki kitabımı imzalattım ve onun isteği üzerine ‘Dağların Rüyası’ romanımı ona imzaladım. Ayrılırken, 2022’de Uniqlo’da satışa çıkan, Murakami’nin kendi tasarladığı kedi fotoğrafı ve arkasında imzası bulunan ‘Herkes İçin Barış’ tişörtünü hediye etti ama şimdi onu giymeye kıyamıyorum.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu